"Sayın Dostluk Grubu Derneği Başkanı Göksenin Çakmak, Sayın Basın Mensupları, Saygıdeğer Katılımcılar.
Bugün 19 Haziran 2025. Bundan 157 yıl önce Emniyet Sandıkları kuruldu.
Türkiye tarihindeki en eski kredi kuruluşlarından biridir Emniyet Sandıkları. 1863 yılında kurulan Memleket Sandıkları'ndan elde edilen deneyimler ışığında 1868 yılında İstanbul'da kurulmuştur. Başlangıçta yalnızca halkın tasarruflarını toplamak üzere kurulan sandık, Mahmutpaşa'daki binasında faaliyetlerine başlamış, sermayesiz olarak kurulduğundan dolayı ve devlet yöneticilerinin müdahaleleri nedeniyle günümüzdeki bankalar gibi büyük mali kuruluş özelliklerine sahip olamamıştır. Küçük mevduat sahibi vatandaşların kıymetlerini değerlendiren sandık, zaman içerisinde emtia ve kıymetli eşya da rehin almaya başlamış ve 1886 yılından itibaren rehin karşılığı borç verir hale gelmiştir. Yerli bir mali kuruluştan son derece rahatsız olan batılı finans tekelleri her fırsatta sandığın faaliyetlerini engellemeye çalışmıştır.
Emperyalist odakların ülkemizde cirit atmasına seyirci kalan yöneticilerin kuruma karşı tutumları da ayrıca olumsuz etki yaratmıştır. Söz gelimi 2. Abdülhamit, sandık müdürü borçlar ödenmeden rehnedilen mücevherlerin iade edilemeyeceğini belirtince kendisini Bitlis'e sürgün etmiştir. Daha sonra yerine gelen yeni müdür de aynı cevabı verince 2. Abdülhamit onca servete sahip olduğu halde ve Osmanlı Bankası'nda binlerce lira parası olduğu halde, devlet tahvili çıkarttırmış ve tahvil senetlerini Refia Sultan'ın borçlarına teminat göstererek mücevherleri geri almıştır. Bu durum "Osmanlı devleti üç beş parça mücevher için tahvil çıkarttı" haberleriyle birlikte büyük sansasyon yaratmış, 1895 yılında Türkiye'de yaşanan ekonomik buhran sürecinin iyice derinleşmesine neden olmuş ve sandığın yurt dışındaki bankalarda bulunan varlıklarına bloke konulmasına varan sonuçlara yol açmıştır.
Sandıkta parasını değerlendiren ve devlete vergi ödeyen vatandaşın üç beş kuruş parası böylece 2. Abdülhamit'in eylemlerine kurban edilmiştir. Zamanla etkinliğini yitiren sandık ise 1907 yılında Ziraat bankası bünyesine alınmış ve uzun yıllar sonra, 1984 yılında kalan şubeleri de Ziraat Bankası şubelerine dönüştürülmüştür.
Memleket Sandıkları gibi Emniyet Sandıkları'nı da kuran Midhat Paşa idi.
1820 yılında bazı kaynaklara göre 1822 yılında İstanbul'da doğdu. Asıl adı Ahmed Şefik'tir. Midhat adı, övülen kişi anlamında henüz 13 yaşında girdiği kalemde amirleri tarafından verilmiştir. Babası kadı idi, bu nedenle iyi bir eğitim aldı. Arapça, Farsça, Mantık eğitimlerini beraber alan nadir paşalardandır.
Onu diğer devlet adamlarından ayıran şey, reformist yapısı idi. Osmanlı'nın modernleşmesi yani çağdaşlaşması gerektiğine inanıyordu ve bunun için çalıştı. 1860'ta Tuna Valisi oldu. Tuna Vilayeti'nde hukuktan eğitime, altyapıdan tarıma birçok yenilik yaptı.
Padişah Abdülaziz devrilip yerine V. Murat getirilmiş. Onun da akıl ve muhakeme yeteneğinde marazlar olduğu ortaya çıkmış. Yeni bir padişah tahta çıkarılacak. 1876'da Kanun-u Esasi'yi yani anayasayı hazırlayan Midhat Paşa, anayasanın kabulü ve meşruti idarenin devreye girmesi için şehzade Abdulhamit ile Maslak'ta görüşür. Bu görüşmelerde Abdulhamit, Midhat Paşa'nın sigarasını yakıyor, Midhat Paşa'ya övgü üstüne övgü diziyor. Hatta bir anlamda yağcılık diyebileceğimiz ölçüde söylemlerde bulunuyor. Meşrutiyetten yana olduğunu söylüyor.
Çünkü onu padişah yapabilecek tek kuvvet Mithat Paşa'dır. Mithat Paşa, iyi niyetlidir. 2. Abdulhamit'in sözlerine aldanıyor. 2. Abdulhamit, abisi V. Murat'ın marazından dolayı vekaleten sadarete çıkıyor. Hatta Sultan Mahmut'un kızı; "Hamit Efendi oğlum, tahtı sahibi olan V. Murat'a ne zaman vereceksin" diye doğrudan kendisinin yüzüne söylemiştir. 20 Mayıs 1878 günü V. Murat'ı tekrar tahta çıkarmak için yüz elli kadar Rumeli göçmeniyle Ali Suavi, Çırağan Sarayı'nı basıyor. Olay yerine yetişen Beşiktaş karakol komutanı Yedi Sekiz Hasan Paşa tarafından başına sopa darbeleriyle vurularak öldürülmüş, Yıldız Sarayı civarında bir yere defnedilmiştir. V. Murat bu olaydan 26 yıl sonra yani toplamda 28 yıl Çırağan Sarayı'nda hapis yaşantısını sürdürdükten sonra 1904'te öldü.
Midhat Paşa, devrinde çok büyük etki yaratan süper kuvvetli bir adam. Fransa gazeteleri onun için "Dünyada 4 büyük adamdan biri" diyor. Gerilemeyi durdurmayı amaçlayan, ilerici bir adam Mithat Paşa. Devlet organizasyonundaki bozulmayı düzeltmeye çalışıyor. Nedir bu bozulma; yolsuzluk var, rüşvet var, liyakatsizlik – adam kayırmacılık – torpil var. Bunlarla mücadele ediyor. Ekonominin düzeltilmesi gerekir diyor. Çünkü devlet o zamanlar mali açıdan iflas halinde. Neden iflas halinde; taa 1854'te Kırım Savaşı'nda Abdülmecit ilk dış borcu almış. Alınan paralar amaca uygun kullanılmamış. Saray yapımına harcanmış, maalesef.
Bazı tarihçiler ne diyor? Utanmadan sıkılmadan konuşuyorlar. Yere girsin sizin ünvanlarınız profesörlükleriniz diyorum çünkü Osmanlı'yı mali açıdan zorda bırakanlardan biri de Mithat Paşa imiş. Hadi oradan! Nereden uyduruyorlar bunları? Efendim Abdülaziz zamanında Adliye Nazırı Midhat Paşa, Maliye Nazırı Yusuf Ziya Paşa, tahvil satışı yapmışlar da ertesi gün devlet mali iflasını açıklamış da devletin bu işten zararı olmuşmuş. Bre cahiller. Tahvil satışı, vadesinden önce yapıldı ise bu tahvilleri demek ki ikincil piyasalara satmışlar. Devlet kendi tahvilini geri mi almış? Yok hayır. Tahvili kime sattıysa zararı o etmiştir. Neden? Ertesi gün elindeki tahvil 0 liraya düştüğü için. Temerrüd olduğu için.
Yine bazı sözüm ona tarihçiler var ki ahh! Ne diyorlar Abdülaziz'in devrilmesi hakkında? Devirenler cuntadır diyorlar. Kim devirmiş; Hüseyin Avni Paşa yani dönemin Genelkurmay Başkanı. Şeyhülislam Hasan Hayrullah Efendi, Sadrazam Kazım Rüştü Paşa ve bakan olarak yine Midhat Paşa. Buna cunta denir mi? Cunta askerin içinde bir kesim demektir. Oysa bakın burada ordunun tamamı var. Emir komuta zinciri içinde bir bütün olarak hareket ediyorlar. Genelkurmay Başkanı var devrin başbakanı sayılan Sadrazam var, dini lider var, bakanlar var. Ve mesela bu ekibe ne denir? Erkan-ı Erbaa. Ne demek? Klasik İslâm siyaset felsefesinin temel kavramlarından biridir bu. Toplumu oluşturduğu var sayılan dört ana sınıfın temel fonksiyonlarını ve bunların birbirleriyle münasebetini izah eden erkân-ı erbaa (anâsır-ı erbaa) kavramıdır. Ey dinciler, ey din bezirganları Allah ile aldatanlar acaba bu kavramı bilirler mi? Sanmam.
Yobazlar, gericiler o dönem de var. Şimdi de var. Maalesef. Avrupa bu yobazlıktan çok çekti. Ortaçağ'da bir Hristiyanlık mezhebi bütün Avrupa'nın anasını ağlattı biliyorsunuz. Şimdi de aynı durumları biz yaşıyoruz. Müslüman coğrafyası. İşte İran ortada. Düştüğü durum ortada.
Osmanlı'da da aynı. Anayasa ilan edilince, anayasa istemeyenler, anayasa karşıtları, şeriatçı mürteciler bunlar nümayiş yapıyorlar. Meydanlarda bağırıyorlar. Pankartlar, bez afişler yapıp camilere medreselere meydanlara asıyorlar. Onların sürgün edilmesi için yani hukuk – adalet ve rejim karşıtları için anayasaya bir madde ekleniyor. Anayasada padişahın meclisi feshetme ve istediğini sürgüne gönderme yetkisi buradan, 113'üncü maddeden geliyor. Maalesef ilk sürgün edilen de Midhat Paşa oluyor.
İlber Ortaylı, Midhat Paşa için; "Valiler arasında dünya çapında bir olimpiyat olsa altın madalya alırdı" diyor. O kadar başarılı bir vali idi ve dünya çapında tanınıyordu. Midhat Paşa sürgüne gönderilirken, bu nedenlerle Padişah 2. Abdulhamit dış baskıdan ve halkın tepkisinden ürkmüştür. Zaten 2. Abdülhamit, Kanun-u Esasi'ye karşı deyim yerindeyse alerjik reaksiyonu olan bir adam. Midhat Paşa'yı Almanya Saksonya'daki Brandis'e sürdürürken önce Çekmece açıklarında teknede bir gün bekletmiş. Dış dünya ne tepki verecek, halk ayaklanacak mı diye? Tedbir almış yani.
Midhat Paşa, son görevinde iken yani Aydın Valisi olarak İzmir Hükümet Konağı'nda iken, 2. Abdülhamit'in kendisine karşı kurduğu tertibi sezinlemiş, Fransız elçiliğine sığınmış. 2. Abdulhamit, Tunus'un Fransızlar'a verilmesi karşılığında Midhat Paşa'yı alıyor.
İşte çok övülen 2. Abdulhamit bu. Theodor Herzl'e Filistin yerine size Irak'tan yer verelim diyen, Tunus'u Fransızlar'a Kıbrıs'ı İngilizler'e veren iktidarında 1 milyon 600 bin kilometre kare toprağı kaybeden, evet yanlış duymadınız bugünkü Türkiye'nin yüzölçümünün iki katı toprak kaybeden bir padişahtır. Dünyanın 2. büyük donanması olan Osmanlı donanmasını Haliç'te 33 yıl çürüten, Ruslar'la harbedip taa Yeşilköy'e kadar gelmelerine ve oraya bir de abide dikmelerine neden olan Kızıl Sultan!
Midhat Paşa'yı yargılatmıştır. Midhat Paşa'nın idamını isteyenler arasında padişahtan başka kimler var? Cevdet Paşa var. Evet meşhur tarihçi. Bir de Gazi Osman Paşa. Bunlar kinliler Midhat Paşa'ya. Hatta kıskanıyorlar onu. Midhat Paşa, Abdülaziz'in intiharında; padişahı öldürdü diye suçlanıyor ama bu olayda payı yoktur. Mahkemede verdiği ifadede kendi iddianemesi için iki şey doğrudur diyor: "Biri iddianamenin başındaki besmele, diğeri sonundaki tarih" diyor. Hakkında aleyhte hiçbir delil olmamasına rağmen ölüm cezası veriliyor ama bu padişahın lütufu ile güya sürgüne çevriliyor. Sürgün edildiği Taif'te padişahın talimatıyla 1884'te boğduruluyor. Taif, bugün Suudi Arabistan sınırları içerisinde kalan bir yer.
1951'de cenazesini Türkiye'ye Celal Bayar getirmiştir. Mezarı başında Cumhurbaşkanı Bayar şunu söyler: "Zulüm ve istibdat, insanları mağdur edebilir. Fakat milletine hizmet edenlerin kıymetini hiçbir zaman azaltmaz. Bu naaşı yeniden vatanına getirerek hak yerini bulmuş oluyor" diyor. Bakın bunu sağ görüşlü bir politikacı söylüyor.
Midhat Paşa çok çalışkan bir adam. Bunu bilelim. Sadaret Mektebi'nde, Şam'da Konya'da Kastamonu'da divan katibi olarak çalışmış. Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa'nın teftişine gitmiş. Onun yolsuzluklarını bulmuş, raporu sonucunda görevden azlettirmiş. Bu paşa daha sonra Sadrazam oluyor ve Midhat Paşa'yı Balkanlar'da sorunların altında kalsın, ezilsin diye Niş'e gönderiyor. Fakat Niş valiliğindeki üstün becerileri sayesinde Mustafa Reşit Paşa'nın dikkatini çekiyor. Vilayetler Nizamnamesi'ni hazırlıyor ve Tuna Valiliği'ne getiriliyor. Yerel Meclis kurduruyor burada. Vilayetler Nizamnamesi çok önemli. Ondan önce idarede ne var? Sancak yönetimi var. Halk Meclisleri kurduruyor. Bunu azınlıklar içinde de yapıyor. Dolayısıyla onu sadece Müslümanlar değil sadece Türkler değil azınlıklar da seviyor.
Efendim Midhat Paşa başına geleni hak etmiş diyenler var. Günümüzdeki gericiler böyle söylüyor. Ne biliyim o TRT'ye saçma sapan dizi senaryoları gönderen müptezellere göre hak etmiştir bu şekilde öldürülmeyi. Neden? Güya Midhat Paşa demiş ki daha o zaman; "Ben cumhurbaşkanı olacağım. Ülkeyi şöyle şöyle idare edeceğim." Hatta ne derler; efendim Namık Kemal demiş ki Mithat Paşa'ya; "İki padişah devirdin, üçüncüsünü de devirirsin." Dedi mi bilinmez. Demiş de olabilir. Yani cumhuriyet fikrini dile getirmiş olabilir. 1876'da Meşrutiyet ilan edildiğine göre belki de 1848 Paris komününden etkilenmiş olabilir.
Şimdi bunu Türk Ekonomisi'ne bağlayacağız. Nasıl bağlayacağız? Bülent Ecevit'in "Mithat Paşa ve Türk Ekonomisinin Tarihsel Süreci" kitabı ile bağlayacağız. Ecevit denilince akla ne gelir; köykent. Köykent fikri efendim güya Rusya'dan yani Sovyet Rusya'dan ithal imiş. İsrail'de kurulan çiftliklerinden ithal bir kavrammış. Yani kolhozlar ile kibbutzlardan. Ne alakası var? Ecevit bu kitabında açıklıyor. İşte köykentler de Mithat Paşa'nın bir fikri sayılabilir.
Midhat Paşa ile ilgili kitap sayısının azlığından yakınan Bülent Ecevit, bu kitabında Midhat Paşa’yı biyografik olarak anlatmaktan çok yaptıkları ile ele almıştır. “İlk yenilikçilerden Mustafa Reşit Paşa’nın Midhat Paşa'ya devlet yönetiminde önemli görevler verdiğini” belirten Ecevit, Midhat Paşa’yı daha paşa olmadan “tam bir sorun çözücü (trobleshooter)” olarak niteler. Ecevit, “Kargaşalıkların çıktığı, huzursuzluğun veya yolsuzluğun ileri ölçülere vardığı birçok bölgeye Midhat Paşa gönderiliyordu. Halkın güvenini kazanıyor, halkı güçlendirici reformlar yapıyordu” diyerek bu özelliğini destekler.
“II. Abdulhamit’in kuşkucu ve kuruntucu” olduğunu Ecevit de kitabında belirtmiştir. Bu nedenle “Midhat Paşa’nın sorunlar altında ezilip boğulsun diye işlerin çığırından çıktığı yerlere gönderilmeye başlandı”ğını açıklar. “Abdulhamit‘in tahta çıkmadan önce hem Midhat Paşa’nın elini öpecek kadar saygı gösterme gereğini duyduğunu hem de sürekli olarak onun kuyusunu kazdığını” yazan Ecevit, “iyi niyetli Mithat Paşa, entrikalara ayak uyduramıyor, kuyulara kolaylıkla düşebiliyordu” çıkarımında bulunur.
Tarihi gerçeklerin ortaya koyduğu gibi Ecevit de “Midhat Paşa, Balkanlar’daki olağanüstü başarısıyla Balkanlar’ın Slav’laştırılmasının önünde en büyük engeli oluşturuyordu” der. Midhat Paşa’nın Niş Valiliği yaptığını, 1864’te Vilayet Nizamnamesi hazırladığını ve Tuna Vilayeti’nin başına getirildiğini biliyoruz. Peki Tuna Valiliği’nde ne yapmıştır da Midhat Paşa, valiliği unutulmaz olmuştur? Ecevit şu şekilde açıklar:
"Köylerden başlayarak demokratik bir yerel yönetim modeli oluşturdu. Kooperatifçiliği devreye soktu. Köylüleri egemen güçlerin ve tefecilerin baskısından ve sömürüsünden kurtarabilmek için maddi kaynak bulmalıydılar. Midhat Paşa bunun çaresini “Menafi ve Memleket Sandıkları” adı altında yardımlaşma kurumları oluşturmakta buldu. Böylece tarımsal kredi düzeni başlatılmış ve Ziraat Bankası’nın da temeli atılmış oluyordu. Köylülerin sandıklara ayıracak parası yoktu. Midhat Paşa buna da çözüm getirdi. Kooperatif kurulan her köye hazine arazisinden imece geleneğiyle ortaklaşa değerlendirilecek topraklar ayırdı. Bu toprakların gelirini sandıklarda biriktiriyorlardı. Böylece Midhat Paşa, Tuna Valiliği ile Osmanlı Devleti’nde tarımsal kredi düzenini oluşturan, kooperatifçiliği başlatan ve ulusal kaynaklara dayalı tarıma ve köylüye yönelik bankacılığı başlatan kişi oldu."
Ecevit, Midhat Paşa’nın 1862’de Almanya’da 'Raiffeisen' adıyla uygulanan kooperatifçilik modelini taklit ettiği iddiasını reddeder ancak benzer olduğunu söyler. Ecevit’e göre Osmanlı’da “yenilikçilik, çağdaş teknoloji, eğitimin öncülüğünü genellikle ordu üstlenmiş ve ordu belirgin bir üstünlük kazanmıştır.” Oysa Midhat Paşa, “sivildi. Komutan değildi, asker değildi. Yetim çocuklar için ıslahhane ‘yetiştirme yurtları’ kurdu. 1865’te basımevi kurarak Tuna adlı Türkçe – Bulgarca gazete çıkardı. Slavcı Rus propagandasının etkisini büyük ölçüde kırmayı başardı. Toprak reformunu gerçekleştirerek toprakları köylüye dağıttı. İlk tarım kredi kooperatifini Yugoslavya’nın Pirot kasabasında başlatmıştı. Türkçe adı ile bu bölgelere Şehirköy, kısaltma olarak Şarköy deniyordu.” Türkiye’de adı Şarköy olan dört yer vardır. 100 yıl sonra Demokratik Sol hareketle birlikte “köykent” projesi ortaya çıktığında isim babası olan Ecevit, daha sonra yazdığı bu “Mithat Paşa ve Türk Ekonomisinin Tarihsel Süreci” adlı kitabında kooperatifçilik üzerinde önemle durmuştur.
“Midhat Paşa, İstanbul’a yük olmadan 3 bin kilometre yol ve 1400 köprü yaptırdı. Tuna nehrinde vapur seferleri başlattı. Demiryolculuğu ve tramvay taşımacılığını başlattı” diye yazan Ecevit, “Çarlık Rusya’sı Osmanlı’ya Midhat Paşa’nın Balkanlar’dan alınması için baskı yapıyordu. Midhat Paşa valilikten alındı, Slavlaşma başlayınca geri valiliğe getirildi. 20 günde bölgeyi huzura ve güvenliğe kavuşturdu” diye yazımını sürdürür. Midhat Paşa tam anlamıyla yenilikçi bir devlet adamıdır. Onun hakkında “Şurayı Devlet başkanlığı yaptı. Emniyet Sandığı’nı kurdu. Sanat okullarının açılmasını sağladı” bilgisini veren Ecevit, “Midhat Paşa’nın görevleri daha uzun sürseydi Türkiye çağ atlardı” der.
“1869’da Bağdat Valiliği’ne atandı. Yolsuzluğu, aşiret kavgalarını bitirdi. Huzur ve güvenliği sağladı. 3 yıl valilik yaptı. Kuveyt – Bahreyn kendi bayraklarını asmışlardı. Bağdat Valiliği’nde buna son verdi. Aydın Valiliği’nde 140 kilometre İzmir – Alaşehir demiryolunu yaptı." Yap İşlet Devret modelinin ilk uygulamasıdır bu.
"1872’de Sultan Abdülaziz Midhat Paşa’yı sadrazamlığa getirdi” diyen Ecevit şöyle devam eder; “Yolsuzlukların üzerine giden Midhat Paşa, bundan rahatsız olan güçlerin o konuda pek duyarlı olmayan, üstelik kendisi de bir hayli savurgan olan Abdülaziz’i Midhat Paşa aleyhine kışkırtabilmeleri yüzünden öbür yandan da Çarlık Rusyası’nın entrikaları yüzünden Padişah’la Midhat Paşa’nın arası açıldı. Bu yüzden iki ay yirmi bir gün sonra sadrazamlık görevi sona erdi. Bu görevini 1876’ya kadar kısa süreli nazırlık (bakanlık) ve valilik dönemleri izledi” diye yazar.
Peki, Sultan Abdülaziz’e karşı yapılan darbede Midhat Paşa’nın rolü neydi? Ecevit’e göre; “Abdülaziz’e karşı örtülü darbede Midhat Paşa’nın etkisiyle girişim kansız olarak sağlandı. Darbeyi gerçekleştiren, II. Mahmut döneminde kurulan yeni ordu idi. Ordu, siyasete bulaşmıştı.” Ecevit, ordu ile gerçekleşen bu ilk darbenin ordunun siyasete müdahalesi olarak günümüze kadar devam ettiğini ifade eder. "Abdüzlaziz devrilince" der Ecevit: “Önce V. Murat tahta geçirildi. 93 gün sonra akli dengesini yitirmiş olduğu iyice anlaşıldığından 31 Ağustos 1876 tarihinde yerine II. Abdülhamit’in tahta geçmesi kararlaştırıldı. Tahta geçinceye kadar Midhat Paşa’ya büyük saygı gösteren ve rejimi demokratikleştirme konusunda söz üstüne söz veren Abdülhamit, iyi niyeti ve iyimserliği bazen saflık ölçüsüne varan Mithat Paşa’yı da kandırmıştı. Tahta geçtikten sonra Anayasa’yı ilan etmede dirense de Mithat Paşa’nın ısrarları karşısında daha fazla direnemedi ama Meclis’i feshetme ve tehlikeli gördüğü kimseleri sürgüne gönderme yetkisini (113. madde) anayasaya koydurdu.”
“II. Abdülhamit, 19 Aralık 1876’da Midhat Paşa’yı sadrazamlığa getirdi. 23 Aralık 1876 Tersane Konferansı’nın açılışının ilk dakikalarında Meşrutiyet ilan edildi. Abdülhamit, anayasayı ilan etmiş ama anayasa fikrini benimsememişti. Yalnızca anayasaya işlerlik kazandıracak kararları ve işlemleri değil hükümetin her türlü günlük işlerini de engelliyordu. Midhat Paşa’yı güçsüz, etkisiz, başarısız bir sadrazam durumuna düşürmek istiyordu. Böylece devletin tek ve kesin hâkimi olduğunu göstermiş olacaktı.”
Midhat Paşa duruma tepki gösterir. Abdülhamit’e bir mektup yazar. Ecevit kitapta bu mektubun içeriğini de paylaşıyor. Özetle Midhat Paşa: “Benim size büyük bağlılığım vardır ancak milletimin yararına uymayan en küçük bir konuda bile size boyun eğmem. Vatanımın esenliğini ve mutluluğunu sağlamakla yükümlüyüm” diyor ve uzunca bir süre saraya uğramıyor. Padişah imzada bekleyen iradelerin çıktığını gelip almasını bir ulakla ileterek; “Midhat Paşa’yı saraya çağırıp sadrazamlık mührünü aldı. Midhat Paşa’nın sürgün edilmesine en çok Çarlık Rusya’sı sevindi. Rus Gazetesi Golas, bu karardan duyduğu mutluluğu ‘Artık Avrupa’da Türk imparatorluğunun sonu gelmiştir’ sözleriyle duyurdu.” Yani Anayasa’nın mürekkebi kurumadan 113. maddenin ilk kurbanı Midhat Paşa’nın kendisi olmuştu.
Ecevit’in yazdıklarına göre; Midhat Paşa, Avrupa’da sürgündeyken devlet başkanları, diplomatlar ve bürokratların yoğun ilgisi ile karşılaşmış, aynı zamanda sosyalistlerin toplantılarına da katılmıştır. Fabrika işçilerine hitap etmiştir ve onlardan ilgi görmekten büyük mutluluk duymuştur. Ecevit, Midhat Paşa hakkında; “Hem çocukluktan din eğitimi görmüş, inançlı bir Müslüman hem de iyi yetişmiş, geniş görüşlü, çağdaş düşünceli bir Avrupalı idi. Londra’da 1878’de yazdığı ‘Türkiye’nin Geçmişi ve Geleceği’ başlıklı yazısında İslamlığın demokrasi ve özgürlük ilkesi üzerine kurulu olduğunu söylüyordu” der.
“Avrupa sürgününde Midhat Paşa’ya gösterilen yoğun ilgiyi haber alan Sultan Abdülhamit durumdan rahatsız oldu ve onu bu sefer de Girit’e sürgün ettirdi. Burada da ada halkı ve eşrafı tarafından yoğun ilgi ve sevgi gördü. ...Abdülhamit bu sefer de onu karışık vaziyette olan Suriye’ye vali olarak gönderdi. Suriye Valiliği’nde de Tuna ve Bağdat valiliklerindeki gibi başarılı oldu."
"1881’de Aydın Valisi olarak İzmir’e gitti. Padişah Abdülaziz’in vefatından beş yıl sonra Abdülaziz’in intihar etmediği, öldürüldüğü iddia edilerek hakkında dava açıldı. İzmir’de hükümet konağının etrafı sarıldı. Öldürülme teşebbüsünden farklı bir kapıdan çıkıp Fransız Konsolosluğu’na sığınarak kurtuldu" diye yazsını sürdüren Ecevit, Tunus’un Fransızlar’a bırakılması karşılığında iki üç gün sonra Midhat Paşa’nın Fransızlar tarafından Osmanlı’ya teslim edildiğini kaynaklarıyla belirtirken Abdülaziz'in ölümü ile ilgili davada detaylar da veriyor:
“Davada Midhat Paşa da yargılandı. Hakkındaki iddiaları çürüten Midhat Paşa’ya karşı, padişahın hizmetkârı Hazinedar Arzıniyaz Kalfa tanık olarak kullanılmak istese de o da padişahın intihar ettiği gerçeğini söyleyince sanık tarafına geçirildi. …Midhat Paşa’yı yargılayanlar, Mithat Paşa tarafından görevden alınan Rusçuk Kadısı Ali Sururi Efendi, Tuna vilayetindeki komiserlik görevinden alınan Ermeni Hakben Efendi, Heybeliada Rum Okulu’nu bitirdikten sonra gazetecilik, tercümanlık, memurluk ve zaptiyelik yapan Rum Hiristo Ferides idi… Aralarında yabancı misyonlardan hekimlerin de olduğu 17 hekim Abdülaziz’in intihar ettiğini raporla tespit etmiştiler… Sultan Abdülaziz, tahttan indirilmesini içine sindirememiş, odasının kapısını sürgüleyip sakalını düzeltmek için istediği makasla bileklerini kesip intihar etmişti. Kapısı kırılıp müdahale edilmiş ancak kan kaybından hayatını kaybetmiş…”
“Midhat Paşa ve birkaç kişi yargılamada suçlu bulundu ve idam cezası verildi. Ancak kamuoyundaki ve dünyadaki tepkileri hafifletebilmek için Abdülhamit, Midhat Paşa ile birkaç kişinin idam cezalarını ‘ömür boyu hapse’ dönüştürdü. Hicaz’ın Taif kentine son kez sürgüne gönderildi ve zindana kapatıldı. 9 Mayıs 1884’te hücresine giren cellatlar tarafından boğularak öldürüldü." Osmanlı aydını, demokrasi şehidi Midhat Paşa'yı rahmetle, saygıyla anıyoruz.
Kitabının ek kısmında Midhat Paşa’nın Bağdat Valiliği’nde petrol kuyusu da açtırdığını belirten Bülent Ecevit, o zamana kadar Osmanlı’da petrolün sadece yüzey sızıntılarından toplandığını belirtiyor ve dünyadaki ilk petrol kuyularından (1858-1859) kısa süre sonra 1871'de Midhat Paşa’nın o zamanlar yine Osmanlı'ya bağlı olan bugünkü Irak'ın Bakuba kentinde petrol rafinerisi dediğimiz bu kuyuları açtırdığını belirtiyor.
Böylesine değerli bir devlet aydını, bürokrat ve sivil idareci isme Ecevit’in kitabı yazdığı dönemde ve benim bu semineri size aktardığım günümüzde dahi haksız saldırılar ve çirkin iftiralar atılmasının ancak ulusumuza sapkın ve kin dolu duygular besleyen düşmanca davranan gericiler tarafından planlı, organize halde tertiplenmiş ve bilinçli bir hareket olabileceğini düşünüyorum. Ben de Ecevit gibi; ülkemizde bir 'Mithat Paşa Müzesi'nin olmamasını üzüntü verici bir eksiklik olarak görüyorum. Hele ki TRT gibi finansal kaynağını kamu gelirlerinden temin eden bir kuruluşun, geçen yıllarda yayınlanan bir dizisinde gerçekleri çarpıtarak paşayı kötü biri olarak göstermesini içime sindiremiyorum!
Bir zamanlar her Ziraat Bankası Şubesi’nde Atatürk’ün fotoğrafı ile birlikte Midhat Paşa’nın da fotoğrafı çerçeveletilip asılmış olarak görülebilirdi. Bugün yenilenen şubelerde Midhat Paşa’nın fotoğrafını duvarlarda göremiyoruz. Üstelik geçtiğimiz yıllarda Ziraat Bankası, kurucusu Midhat Paşa'yı ölüme götüren II. Abdulhamit'le ilgili oyuna sponsor olarak Midhat Paşa'nın sevenlerini üzdü. Neyse ki o dönemki yönetim değişti. Ziraat Bankası'ndan kurucusuna daha fazla önem vermesini bekliyoruz.
Eski başbakanlarımızdan CHP ve DSP eski lideri Mustafa Bülent Ecevit, Midhat Paşa’yı yaptıklarıyla; gerçek anlamda “ilk sosyal demokrat Türk” olarak kabul eder. Şanlı tarihimizin şanlı kahramanlarından Midhat Paşa (Mithat Paşa) Ecevit'in kitabı sayesinde unutulmuyor, kendisini bilmeyenlere de bu kitap aracılığıyla tanıtılmış olunuyor. Ayrıca Midhat Paşa anılarını yazdığı için meraklıları bu kitapları temin edebilir. Benim de okuduğum Bekir Koç'un kitabı valilik dönemini ayrıntılarıyla anlatıyor.
Osmanlı'nın aydınlık yüzü Midhat Paşa'yı tanıtmış ve Dostluk Grubu Derneği aracılığıyla anmış olduk. Ben şunu düşünüyorum. Bugün benzin 51 lirayı geçti. Belki Midhat Paşa'nın petrole verdiği önemi diğer yöneticiler de verse idi bizim de petrol kuyularımız olacaktı. Belki kooperatifçilik sürse idi, bugün tarımsal üretim %4'e düşmezdi. Tarımsal üretimi yükseltmeden tarımdaki enflasyonu azaltmamız mümkün değil. Kirazın tanesi 10 liraya satılıyor, oysa ki kilosu 10 lira olmalıydı. Kooperatifçilik, köykentler ve köy enstitüleri üç ayaklı bir temel. Biri olmadan diğeri eksik kalıyor ve varlığını sürdüremiyor. Hala geç kalınmış değil; onun için yeni Kuşak Köy Enstitüleri diyoruz. Faiz lobisine çalışmayalım diyoruz. Neden? Çünkü enflasyonu etkileyen nedenlerden biri de faizdir. Tek neden faiz mi? Üretim olmazsa mal az olursa faiz düşük olsa bile yine o üründe hayat pahalılığı olacaktır. Çünkü paranın ticaretin duygusal bir yanı yoktur. Herkes çıkarı ölçüsünde alışverişini yapar. Geldiğiniz için teşekkür ediyorum. Daveti için Dostluk Grubu Derneği'ne ve Karşıyaka Belediyesi'ne çok teşekkür ediyorum."