İzmir Türk TV ekranlarında Feyyaz Sungur'un konuğu olan Göksenin Çakmak, hayatı ve Zeki Müren ile ilgili bilinmeyenleri paylaştı. Çakmak'ın konuşması şöyle:
Feyyaz bey, büyük bir keyifle büyük bir zevkle sizden çağrı geldiğinde İzmir Türk TV'de yaptığınız güzel programları da önceden izlediğim için zevkle koşarak geldim. Dolayısıyla gerçekten güzel konulara değiniyorsunuz her zaman için ve farklı bir noktada da birlikteyiz şu anda.
Siz dahil mezun olan öğrencilerimizin çoğunun toplumda ne kadar başarılı olduklarını görerek iftihar ediyoruz. Siz de onlardan birisisiniz. Dostluk Grubu Derneği Başkanlığım var evet, devamlı medyadayım, Türk Sanat Müziği'ne katkı sunmaya çalışıyorum. Bunlar biliniyor.
Feyyaz'cığım hakikaten şimdiye kadar katıldığım programlarda ben hiç yoktum genelde Zeki Müren soruluyor bizi merak eden değerli izleyiciler var. Hemen o zaman kısaca anlatayım kendimi:
Efendim İzmir 1946 Alsancak doğumluyum. Dolayısıyla ilkokul öğretimimin bir kısmı Ankara bir kısım yine İzmir. Ortaokul Erzurum. Babam subay olduğu için oraya tayin olmuş. Babam subaydı ve aynı zamanda Milli İstihbarat'ta görevliydi. Babam subay olduğu halde hep sivil dolaşırdı. Ben onun bir tek üniformalı fotoğrafını hatırlıyorum.
Liseyi İzmir'de Namık Kemal Lisesi'nde okudum. Üniversiteyi İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde. Felsefe bölümünü bitirdim ve öğretmenliğe başladım. Önce kolejlerde tabii. İzmir'de çok iyi kolejler vardı o zamanlar tabii. Anlattığım olay 1969 senesi. Neler onlar? Yani söyleyeyim; Numune Kız Koleji, Özel Erdem Koleji, efendim Yamanlar Koleji ve aynı anda da Namık Kemal Lise'sinde ders açığı çıktı. İnanın ben dört okula birden gidip geliyordum yetişmeye çalışıyordum. Öğretmenlik hayatım çok keyifli geçti gerçekten. Sonunda İzmir'de 50. Yıl Lisesi'nden emekli oldum. Ama Ankara'yı atladık. Ankara'ya gittim, Bolvadin'e gittim efendim evet Afyon Bolvadin.
İşte bu kolejlerde çalışırken resmi okula geçmek istedim. Tayin istedim. İlk çıkan yer Afyon Bolvadin Lisesi'ydi. Orada 3 - 4 yıl çalıştım sonra Ankara Yeni Mahalle'de Mustafa Kemal Lisesi'nde sizin de okuduğunuz zamanda öğretmenlik yaptım.
Mustafa Kemal Lisesi Türkiye çapında bir okul olsun diye uğraştık. Bunu söylemeye dahi gerek yok. Mezunlarınızın neler neler yaptıklarını biliyorum. Çok başarılı iş adamları, devlet adamları, hatta sanatçılar o okulda okudular.
Sesim güzeldi. Yani ilkokuldan itibaren şarkı okuyan biriydim. Hatta böyle katıldığımız küçük toplantılarda ille de benden bir şarkı okumamı isterlerdi. Ben de o dönem okurdum. İşte o zaman Ankara Radyosu Çocuk Saati'ne girdim. Canlı yayınlarda bulundum. Sonra yaş geçti, üniversite hayatı geldi. Üniversite hayatında İstanbul Üniversitesi öğrencisiyken orada bir koro vardı; oraya katıldım. Ankara Radyosu Çok Sesli Koro sınavını kazanıp Ankara'ya geçtim.
Öğretmen olmuştum o dönemde. Ankara Radyosu Çok Sesli Koro sınavı ve ben onu büyük bir başarıyla kazandım. 4 ay süren bir eğitimden geçtim ama sonra bir nedenden dolayı çok fazla beğenmedim. Sanat Müziği okuyan biri olarak Batı Müziği'ne adapte olamadım. Çok sesli koroyu bırakarak öğretmenliğe döndüm.
Ama müzik tabii devam ediyor. Hem müzik hem tiyatro hem sinema hem sunum işleri halihazırda devam ediyor. Şu anda da birçok programı sunuyorum. İzmir kökenli sanat müziği programlarını sunuyorum. Aynı zamanda efendim filmlerde rol alıyorum aktör olarak. Dolayısıyla hem tiyatro hem sinema hem sunum hem hocalık devam etti. Ama şimdi artık öğretmenlik yok ama sanat devam ediyor. Çünkü Feyyaz'cığım yeteneğiniz varsa zaten sanat kendisini açıyor. Kulağınız varsa ritim duygunuz varsa sesiniz varsa veya sesiniz yok ama enstrüman çalabilirseniz oradan dolayı da müzik sizi alıp bir yere götürür.
Cervantes'in deiği gibi "Müziğin olduğu yerde kötülük barınmaz." Çünkü müzik evrensel bir dil. Dikkat edin anlamını anlamasak dahi şarkıların İngilizce olur Fransızca başka bir dilde ama melodi bizi bir yere götürür. Orada bütün insanlar uzlaşır, bir araya gelir. Aslında şifa kaynağıdır müzik. Yani hakikaten rehabilite ediyor. İnsan ruhunu dinlendiriyor. Bir düşünüşe göre de aynı zamanda hastalıkları da iyileştiriyor. Bazı hastalıkları iyileştiriyor; psikolojik hastalıkları vesaire...
Zaten değerli izleyiciler de farkındalardır. Birçok korodaki elemanlara baktığımız zaman belli bir yaşın üstünde hanımefendiler beyefendiler değişik amatör korallara katılıyorlar, şarkı söylüyorlar veya söylemeye çalışıyorlar. Amatör de olsa şefleri var başlarında ne yapıyorlar katılıyorlar koroya, bir sosyal grup oluşturuyorlar; mutlu gidiyorlar mutlu geliyorlar yani bir anlamda ruhsal anlamda da birçok sorunların çözümünde müziğin yapıcı rolü olduğu kesin.
Dede Efendi diyor ki; "İnsan ahlakını arındıran en önemli şey müziktir." Müziktir çok doğru Dede Efendi'nin sözü. Bu insan ruhunu arındıran yani terbiye eden, eğiten, yüceleştiren bir niteliği var.
1979 yılında Zeki Müren'in Ankara'ya geleceğini duydum. O zaman Ankara'dayım. 75'ten itibaren Ankara'dayım tabii. 79'da Mustafa Kemal Lisesi'ndeydim. Çok sevdiğim bir sanatçı olduğu için tanışma ihtiyacını hissettim. Nereye gideceğini öğrendim, nerede oturacağını öğrendim ve gittiği yere önceden gidip oturduğu yeri önceden keşfettim. Bir kulübün barında hangi sandalyede oturuyor keşfettim. O gelmeden gittim; oturacağı sandalyenin yanına oturdum. Onu bekliyorum derken biraz sonra geldi, sandalyesine oturdu. Etrafında insanlar vardı, arkadaşları vardı ve ben yanındaki sandalyeye oturduğum için pek memnun olmadı. Şöyle bir baktı bana. Hani kim oturuyor benim yanımda gibilerinden. Bir şey demedi bana. Yanındakilerle konuşuyor derken ben arkası dönükken "Hoş geldiniz Sayın Paşam Zeki Müren'nimiz" dedim."Şeref verdiniz" dedim. Döndü, böyle baktı; "Ne güzel Türkçeniz var sizin" dedi. "Bir lafı ne güzel konuşuyorsunuz" dedi. "Estağfurullah" dedim.
"Ben felsefe öğretmeniyim Ankara'da Yeni Mahalle Mustafa Kemal Lisesi'nde hocayım, müdür muaviniyim. Hayranı olduğum bir sanatçı olduğunuz için tanışma ihtiyacımı hissettim ve buraya geldim" deyince birdenbire yumuşadı ve ondan sonra yanındakileri bırakıp yalnız bana dönerek saatlerce sohbet ettik. Müzikten sohbet, şiirden felsefeden... Bayıldı dedi ki; "Gece olmuş, geç vakit. Bundan sonra ben bir ay buradayım hemen hemen her gün gelemezseniz bile ara sıra gelip sohbet ederim" dedi. Ben büyük bir keyifle tabii tanışmış olmanın mutluluğuyla eve döndüm. Hatta uykusuz bir şekilde okula gittim, geç vakit olmuştu. Ertesi gün gene gittim. Bir ay süreyle uykusuzluğa dayanarak her akşam oraya gittim ve en sonunda dedi ki bana; "Göksenin Bey, ben Bodrum'a gidiyorum. Yazın bekliyorum sizi oraya." "İnşallah" dedim.
Tatil zamanı gelince de Zeki Bey'in Bodrum'a gittiğini duydum ve kalktım Bodrum'a gittim. Hepinizin bildiği Bardakçı Koyu. Zeki beyi sevenler orayı da bilir. Ben de oraya gittim. Oturduğu masayı uzaktan gördüm. Oturmuşken de arkadaşlarıyla yanına doğru yaklaştım. Güneş gözlüğü vardı gözümde. İlkin tanıyamadı değişik tarzda olunca. "Ben Göksenin" deyince "Aa" dedi, ayağa kalktı, bana sarıldı, "hoş geldin" dedi; ikramlarda bulundu.
"Yarın gel, yine görüşelim" dedi. Ben memnuniyetle karşıladım daha sonra o kendi teknesiyle döndü. Manolya diye bir teknesı vardı. Biz de motorla döndük. O zaman karayolu yoktu Bardakçı koyuna. Teknelerle gidip gelirdik; gezi motorları yanaşırdı. Ben tekneye bindim, kaldığım otele döndüm bir baktım ki odamda eşyalarım yok. Hemen yetkilileri buldum; "Benim eşyamı başka bir odaya mı taşıdınız?" Dediler ki Zeki Müren'in şoförü geldi, sizi sordu, eşyaları alıp Zeki Bey'in evine götürdü. Ben şaşırdım iyice. Düşünebiliyor musunuz büyük bir şaşkınlık! Böyle sürpriz yapmış. Öğrenmiş benim nerede kaldığımı! Ben elimde çantayla, plaj çantasıyla ortada kaldım.
Zeki Bey'in evinin nerede olduğunu da bilmiyorum. İndim dedim Zeki Bey'in evi nerede dedim Halikarnas Otel var ileride, yokuşu çıkın soldan üçünncü ev. Heyecanla gittim, bir de armağan aldım ona hatta halihazırda müzeo olan o evde duruyor. Noel Baba şeklinde bir şamdan, mum takılıyor. Onu da aldım ama heyecandan titriyorum düşünebiliyor musunuz yani Zeki Bey'in evine gidiyorum ben.
Kapıyı çaldım yetkililerden biri indi kapıyı açtı. Büyük bir heyecanla merdivenlerden yukarıya çıktım. Buyur ettiler, içerideymiş o anda. Ne içersiniz diye sordular, işte şu bu ikramlar derken biraz sonra kendisi çıktı calabalarla. "Ben en yakın arkadaşımı hiç bırakır mıyım otel köşelerinde" dedi, sarıldı. Bundan sonra hep burada kalacaksın dedi.
O evde hizmetçisi efendim şoförü bahçevanı yani çalışanlarıyla kalıyordu. Yakın akraba filan yoktu evde. Yani sevmez öyle bir şeyi ve ben orada kalmaya başladım. Artık her gün oturuyoruz şarkılar söylüyoruz melodiler havada uçuşuyor. Bana diyor ki; şu makamda bir şarkı ben bir tane öneriyorum "hadi oku bana" diyor beraber şarkılar okuyoruz, plaja gidiyoruz, motorda ayrı sohbetler falan. Sonra plajda bir sürü insan geliyor bu arada tabii. Bende bu fotoğrafları var.
Derken tatil bitti artık ayrılmam gerekiyor, Ankara'ya dönmem gerekiyor. Gittim sarıldım ve gözyaşları dökerek ama yani o güzel mutluluğu bir ay süren Zeki Müren'le olan kocaman bir tatil! Bana o bir ay bir yılmış gibi geldi. Bir sürü insan tanıma fırsatım oldu. Sanatçılardan, film yıldızlarından vesaire... Ve sarılarak, ağlayarak ben Ankara'ya döndüm ama ondan sonra o Ankara'ya geldiğinde Tandoğan'da evi vardı; keza ben İstanbul'da 4. Levent'teki evine gidiyordum. Bodrum'da zaten yaklaşık 18 sene birlikte yaz tatillerinde beraberdik. Ta ki; o 24 Eylül 1996 gecesi elimde vefat edene kadar. Evet evet, çok üzücü ama ne yazık ki gerçekleri değiştiremiyoruz. Allah rahmet eylesin. Şükranla anıyoruz. Bütün milletimiz onu çok seviyor. O gerçekten gelmiş geçmiş en büyük stardır Türk Sanat Müziği'nde eşi menendi olmayan, her şeyiyle; şiirleriyle şarkılarıyla desenleriyle.
Biliyorsunuz desinatördü. O diksiyonuyla gerçekten tek rol modeldir. O düzeyde hiç kimse bir daha gelmeyecektir tahmin ediyorum. Ama onun en yakını olarak ve ne yazık ki elimde de finali gerçekleşen bir insan olarak hep anıyorum. Sevgiyle yad ediyorum. Konserlerde mümkün olduğu kadar şarkılarından seslendirmeye çalışıyorum. Katıldığım televizyon programlarında anlatıyorum. Herkesin gönlünde sonsuza kadar Zeki Müren yaşasın!
Aynı Volkan Konak gibi o da öyle sahnede fenalaşıp gitti. Allah rahmet eylesin. Onu da Edip Akbaybayramı'da kaybettik. Allah rahmet eylesin Kutlu Payaslı hep kalp krizinden aramızdan ayrıldılar. Kutlu Payaslı 90'ı aşkın yaşı vardı. Tabii organ yetmezliği denilen bir şey oluyor, bir bahane gerekiyor ölmek için de yaşamak için de. Hepsini rahmetle şükranla yad edelim. Hani insanlar doğuyor büyüyor ölüyor. Biz doğumdan ölüme giden yola ömür diyoruz değil mi? Hani ne zaman biteceğin bilemiyoruz. Baktığımız zaman dünyanınyaşı 4 milyar sene. Bu yıllar içinde bizim işte 60 - 70 işte 80 bilemedin 100 sene ömrümüz var. Bir de istenmeyen durumlar, kazalar, ani çıkan durumlar değil mi efendim depremler felaketlerle gelen ölümler var. İşte önemli olan insanlara yardımcı olarak insanlara dokunarakbu kubbede hoş seda bırakabilmek, mesele bu.
Birçok yerlerde ben Zeki Müren'i zorladım. Bir bunalıma girdi sahneye çıkmamaya karar verdi. Bodrum'da TRT geldi. Teknede çekim yapacak, "ben çıkamayacağım" diye tutturdu. Şu anda müze olan evinde köşeye oturmuştu ilk defa çok sert çıktım. "Ben okuyamayacağım" dedi. TRT gelmiş yerleşmiş kaleye her şey hazır, program hazır, "çıkmak istemiyorum" dedi. Düşünebiliyor musunuz? Sert bir şekilde dedim ki; "Paşam ne diyecekler biliyor musunuz? Hasta ölmek üzere onun için çıkamıyor. Siz bilakis tam tersi ne kadar güçlü olduğunuzu ve var olduğunuzu tekrar gösterebilirsiniz" dedim. Böyle baktı gözlüklerinin altından, ses tonumdaki değişikliği fark etti. O da şaşırdı, ilk defa öyle hitap ediyorum ona. Bayağı bağıran bir şekilde yani azar demeyelim de "istiyor musunuz yarın gazetelerin sizin hakkınızda neler yazdığını görmek?" dedim. "Zeki Müren ölmek üzere, hasta diyeceklerdi. Gayet iyisiniz, çıkmalısınız" dedim. "Evet haklısın" dedi ve çıktı.
Zeki Müren'e kimse bu şekilde hitap edemez. Çok ağırlıklı bir kişiliği var ama ben bunu niye yaptım, onun için yaptım. Türk milleti için yaptım. Yani o güzel seslerin şarkılarını özleyen bir sürü insan vardı. Televizyon çekimi yapılacaktı. Türkiye, dünya izleyecekti. Böyle bir fırsatı yakalamışken neden çıkmasındı? Orada herkes için o çabayı sarf ettim.
"Dostluk Grubu Derneği'nde tabii insanlara da dokunuyorsunuz aynı zamanda ben şöyle diyorum o sanatla şifa veriyorsunuz kişilere. Onu adapte edip ruhunuza daha genç görünüyorsunuz" sorusu üzerine;
Çok teşekkür ederim. Ne mutlu bize. Müzik insanların hastalıklarını bile iyileştir. Hakikaten rehabilite ediyor. Dostluk Grubu Derneği'ni Ahmet Eren Özen kurmuştu. Şu anda bizi izliyorsa sevgilerimi selamlarımı yolluyorum kendisine. Şu anda Çemişgezek'te Gençlik ve Spor Bakanlığı'a görevli bir memur olarak çalışıyor. Ahmet Eren Özen biliyorsunuz başarılı bir koro kurdu. Efendim, sosyal etkinliklerde beraberdik. Mavi Bahçe'de yaptık. Mavi Bahçe AVM var ya orada bir stüdyo kiralamıştık. Orada açık oturumlar yaptık, stüdyoda konserler verdik, dışarıda konserler verdik. O gidince dernek kapanmaması için ben bu görevi aldım. Başkan olarak üyelerimizle birlikte imkanlarımız dahilinde bir şeyler yapmaya çalışıyoruz. Solistler var içlerinde tabii ki değerli şairler de var şimdi onlarla birlikte bir şeyler yapmanın yollarını arıyoruz. Ama tabii sevgili Ahmet Eren Özen tekrar İzmir'e gelirse çok daha güzel şeyler yapacağına inanıyorum. Çok başarılıdır kendisi de gerçekten
Amatör koroların sayısı durmadan artıyor. 80 tane varmış Karşıyaka'da. Bayağı bol miktarda var. Günde üç konser oluyor birini seçmek zorunda kalıyorsunuz. Bu amatör korolarda bir sürü insanlar görev alıyorlar; korist olarak solist olarak yönetici veya şef olarak. Her gün hemen hemen etkinlikler devam ediyor ama şunu eleştirmek istiyorum bu işi ciddi yapanlar var ama bir kısmı da var ki eğlence babında yani kına gecesi gibi toplu halde oturup eğlenceler düzenlemek gibi panayır gibi de etkinlikler oluyor. Tabii burada ne oluyor konser olma özelliğini kaybediyor, eğlenceye dönüşüyor tamamen. O zaman da müzik kaybediyor, kalite kaybediyor ve tabii bunun altında bazen maddi çıkar gibi bir takım şeyler de olabiliyor.
Koroların yaşaması için katılımcıların aidat ödemeleri gerekiyor. Üyelerin konser zamanında masrafları üstlenmeleri gerekiyor. Sponsor yoksa sazların ücretleri, ses sistemninin ücretleri hele hele salon ücretleri son zamanlarda biliyorsunuz arttı yani eskisi gibi değil artık. Mesela Suat Taşer Salonu 76.000 TL. Evet diğerleri ona göre daha az rakamlar ama bu paraları vermeleri çok zor insanların. Sponsor bulmak gerekiyor o şekilde etkinlikler devam ediyor ama sanat adına derseniz bunların hepsi sanat sayılır mı diye düşündüğümüzde hayır ama gerçekten sanat icra eden çok değerli çok ciddi bu işi bilen mektepli şefler de var
Yani 1000 lira aidat varsa ayda. Her korist onu ödüyor, konser zamanı geldiğinde konser ücreti ayrıca alınıyor onlardan. Diyelim ki o aidatların dışında 2.000 lira da konser ücreti veriyorlar. O şekilde toplanan paralarla sazların parası çıkıyor veya işte hamiyet perver zengin koristler de olabiliyor onlar katılıyorlar diyorlar ki biz cebimizden şu kadar yardım edelim yeter ki şarkı söyleyelim, çıkıyorlar işte iki şarkı okuduğu zaman çok mutlu oluyor. Varlıklı bir insan ama izleyenler alkışlıyor çiçekler veriliyor efendim saçlar yapılıyor bayanlarda egolar tatmin ediliyor yani bir anlamda koroculuk oynanıyor gibi geliyor bana.
İsmail Gülnar ile beraber beş film çektim. Benim başrol oynadığım filmler de var. Bizim Köyün Delileri, Kıbrıs Kartalları, Affet Öğretmenim... Bunlar şu anda YouTube'da var. Ne yazık ki ben orada çoğunlukla kötü adam oynuyorum.
İzmir Türk TV'de konuğunuz olmaktan dolayı büyük bir memnuniyet yaşadım, teşekkür ederim. Çünkü genelde İzmir Türk TV gerçekten her konuya değinen İzmir çapında değil Türkiye çapında hatta belki dünyaya dahi sesini duyurabilen bir kanal haline geldi. Bu kanalda bulunmuş olmaktan büyük bir memnuniyet duyuyorum, başarılar diliyorum ayrıca hem size hem kanal yetkililerine.